Terörle mücadelede bir dönem etkin görevlerde bulunan emekli Bordo bereli Üsteğmen Abdullah Ağar, bir insanın nasıl canlı bomba olabildiğini bölgedeki tecrübeleri ışığında “Bir Canlı Bomba Vakası” başlıklı yazısında anlattı.
4 yıl Kuzey Irak’ta görev yapan eski Bordo bereli emekli Üsteğmen Abdullah Ağar, bir insanın nasıl canlı bomba olabildiğine yönelik yazısında, “Mücadele edilen güce ya da güçlere karşı yaşanan çaresizlikler, kişileri canlı bomba olmaya iten örgütlerinin canlı bomba eylemlerine başvurmalarına neden olan ideoloji, felsefe ve kararlılıkları, örgütün taban ve destek bulduğu toplumun yaşadığı travmalar, acılar ve çatışmalar ile dinsel, etnik, sosyo-kültürel ve ekonomik istismar ve zafiyet alanları, canlı bomba olacak kişilerin biriktirdikleri korku, düşmanlık, acı, hırs, nefret, öfke ile diğer kişisel zafiyetler, canlı bomba olmaya giden yolda örgütlerin kullandığı metotların etkinliği” başlıklarını öne çıkardı.
“HEP OKUMAMIŞ İNSANLAR CANLI BOMBA OLUYOR DÜŞÜNCESİ YANLIŞ”
İnsanların ‘okumamış insanlar canlı bomba oluyor’ dediklerini vurgulayan Ağar, bu düşüncenin yanlış olduğunu belirterek, “Okuyan, aydın, bilinçli insanlar da canlı bomba olabiliyorlar. Hatta daha çok oluyorlar. Nüfusunun yalnızca yüzde 15’i üniversite mezunu olan Filistin’de gerçekleşen Hamas ve İslami Cihat eylemlerinin (1980-2003) yarısından fazlası üniversite mezunları tarafından gerçekleştirildiği biliniyor. Suriye iç savaşında hayatını kaybeden ve yaralananların ülke nüfusuna oranı yüzde 11. Bu orana bakarak hemen her aileden birileri ölmüş ya da yaralanmış olduğunu görmek gerekiyor. Bu durumda içinden binlerce canlı bomba çıkabilecek çok büyük toplumsal bir travmayla karşı karşıyayız. Öte yanda Irak’ta da durum çok daha kötü. Irak-İran savaşı, 91 Körfez, 2003 işgal, abluka ve ambargo yıllarında ölen yüzbinlerce bebek ve çocuk, 2006-2008 mezhep savaşı ve en nihayet IŞİD vahşeti ve insanlarda biriktirdikleri. Bütün bunlar her insanda mutlaka istismar edilebilecek derin yaralar bırakıyor. Geriye de örgütlerin ilgi ve etki sahasına girmek kalıyor. Burada herkesin canlı bomba olabileceğini belirtmek gerekiyor. Acı, çaresizlik, istismar ve güdülenme canlı bombanın kaidesini oluşturuyor. O yüzden ateşin bacayı sarmaması, örgütlerin ve çatışmalarının hedef ülkeye sıçramaması gerekiyor” dedi.
Canlı bomba olarak kullanılan kişilerin geçmişlerindeki büyük acılar, sarsıntılar ve travmaların istismar edildiğini kaydeden Ağar, şunları dedi:
“Zaten canlı bombalar büyük oranda çatışma, karmaşa, acı… kısacası ölümün, korkunun, öfke ve nefretin kol gezdiği alanlardan çıkıyor. Tabii bir de mücadele edilen güce/güçlere karşı çaresizlik ve zafiyetler var.. Bir de çok ilginç bir şekilde canlı bomba eylemcileri travma, korku, çaresizlik, öfke ve nefret yaşamalarına neden olan örgütlerin kucağına düşebiliyorlar. Bu konu Stockholm sendromu ile açıklanmaya çalışılsa da kavram burada yetersiz kalıyor.”
Ağar şöyle devam etti:
“90’lı yıllarda PKK’nın yaptığı köy-mezra katliamlarından ve baskılardan kaçarak, ilçelere ve şehir varoşlarına gelen 2nci ve 3ncü kuşakların PKK’lı olması (KCK, YDG-H ya da YPS) buna iyi bir örnek oluşturuyor.
IŞİD ya da PKK etkisiyle canlı bomba olan kişiler; “Kasabın bıçağını yalayan koyunlar gibi” hem örgütten zarar görüyor katlediliyor, hem de örgütün menfaatlerine hizmet ediyor!
Bu konu bir diğer tarafıyla genler üzerinden 2nci ve 3ncü kuşaklara aktarılar korku, stres, öfke, nefret ve travmalarla ilgili:
Epigenetik mekanizmalarda sessiz durumda bulunan gen ifadeleri DNA dizisinde değişiklik olmaksızın aktif duruma geçer. Yapılan deneysel çalışmalarda birinci kuşağın yaşadığı stres travma korku öfke ve nefret DNA dizininde bazı gen ifadelerinin okunur, aktif hale geçmesine neden olur. Aynı stres öfke nefret ve travmaya maruz kalmasa da 2nci ve 3ncü kuşak nesillerde bu stres genleri okunmaya devam eder. Stres, travma, öfke, nefret ve korku gelecek nesillere bu şekilde aktarılır.
Bu da canlı bomba eylemcilerinin gen tabanını oluşturur.
DNA’da asetilasyon, metilasyon, fosforilasyon ve histon takasları ile DNA modifikasyonu gerçekleşir. Stresin, korkunun, dehşetin, travmaların neden olduğu bu modifikasyonlar gelecek nesillere aktarılır. Bunun kısa adı da PKK ya da IŞİD tarafından ekilen ’düşmanlık tohumlarıdır!’
IŞİD, PKK, YPG, TİKKO, MLKP gibi örgütler an’a ve geleceğe durmaksızın ’düşmanlık tohumu’ ekerler.
Böylece örgütler, canlı bomba eylemleriyle kendilerine kutsiyet, güçlülük, ulaşılmazlık, haklılık ve ululuk sağlamaya çalışırlar.”
İnsanların canlı bomba seçilmesi ya da kendi isteğiyle canlı bomba olmasıyla ilgili cari etkenlere de bakmak gerektiğini ifade eden Ağar şunları kaydetti:
“Kişilik ve karakter zafiyetleri, saflık, delilik, kolay ikna edilebilirlik, amansız hastalıklar, eksik uzuvlar, alkol ya da uyuşturucu bağımlısı olma, canlı bomba olmaya teşvik eden ve güdüleyen bir yakının (anne, baba, sevgili, kardeş vb.) etkisinde kalma, hayata dair umutsuzluk, vaat, baskı ve bazı yönlendirmeler olabilir. Irak ve Suriye’de; “Geride kalan ailene bakacağız, onlar için sana para vereceğiz” gibi vaatler yoluyla insanların canlı bomba yapıldığı/olduğu görülmüştür. Canlı bomba eylemcilerinin vazgeçme ya da geriye dönmesine engel olmak için kamera kaydına alma, ilan etme, iddialı konuşmalar yaptırma çok kullanılan metotlardandır. Bununla birlikte canlı bombaların son anda kararlılıklarının ortadan kalktığı sıkça görüldüğü için, örgütler tarafından “canlı bombanın iradesine alternatif-işi sağlama alma” ikinci bir uzaktan kumanda (telsiz, telefon) patlatma mekanizmasının (fünye sisteminin) sıkça kullanıldığı biliniyor.”
DİYALA’DA YAKALANAN 5 KADIN CANLI BOMBA ÖRNEĞİ
“Ölüme ve öldürmeye dair bu kırılmaların, oluşan düşmanlıkların, çaresizliklerin, gemlenemeyen öfkelerin, hırsların, nefretlerin ve hınçların bir türevi olduğunu söylemek mümkün” diyen Ağar şunları ifade etti:
“Canlı bombaların çoğunluğu doğrusal ya da asimetrik savaşlarda, çatışma ve mücadele alanlarında hayatlarını kaybetmiş, yaralanmış, zarar ya da hasar görmüş kişilerin yakınları ya da ta kendileri. Bununla ilgili en güzel örneklerden biri de; 2011 yılında Irak Diyala’da kendini patlatmak üzere yakalanan 5 canlı bomba kadın. Kadınların hepsinin ortak özelliği geçmişlerinde ağır travmalar olmasıydı. Kimisi 91 Körfez savaşında babasını kaybetmişti, kimisi 91 savaşıyla 2003 işgali arasındaki abluka ve ambargo yıllarında açlık ve bakımsızlıktan çocuğunu. Kiminin 2003 işgalinde öldürülen kardeşi vardı, kiminin mezhep savaşında (2006-2008) öldürülen ağabey ve kocası… Kimi de tecavüze ve saldırıya uğramıştı. Öykülerinde katmerli travma yaşamalarına neden olan çoklu kayıplar, fakirlik, duygusallık, ümitsizlik ve dinsel vaat vardı. Cennet vardı!
Türkiye’de IŞİD’le bağlantılı ilk canlı bomba eylemini gerçekleştiren Diana Ramazanova’yı bu eyleme yönlendiren ana faktörün sosyal medya üzerinden tanışarak evlendiği IŞİD’li eşi Abu Aluevitsj Edelbijev’in Suriye’de öldürülmesi olduğu biliniyor.
DANANIN KUYRUĞUNUN KOPTUĞU YER
Dinsel ve ideolojik yönlendirmeler. İster PKK gibi etnik istismarcı terör örgütleri, ister Şii ve Sünni paydalardaki mezhepsel kökenli radikal dinci terör örgütleri, ister dine düşman Hinduların oluşturduğu Marksist-Leninist Tamil Kaplanları gibi örgütler, isterse 83-86 yılları arasında Lübnan ve İsrail Merari’de gerçekleşen 31 intihar saldırısının 22’sini gerçekleştiren laik örgütler olsun, hepsinin ortak paydası kendi felsefe ve ideolojilerini putlaştırmış olmaları. Tabiri caizse her biri birer tarikat gibi hareket ederler.
Kendilerini ululaştırır ve etki altına aldıkları insanları bu doğrultuda mistik bir şekilde köleleştirirler.
IŞİD; “Şehit olacaksın cennete gideceksin” diye, PKK da, “Devrim şehidi” olacaksın diye kandırıyor. Aslında hem kendilerini hem yaptıklarını hem de ideolojilerini putlaştırıyorlar. IŞİD’çi, kendini patlattığı zaman öldürdüğü masumları açıklarken; “Ölen bizden ise şehittir, direk cennete gidecektir. Öldürdüğü masumsa o da cennete gidecektir” diye cevap veriyor.
Böylece bir paradoks ortaya çıkıyor. Ölen masumlarla öldüren katillerin beraber gittikleri bir cennet!
PKK ise tam bir tarikat gibi hareket ediyor. Etkisine aldığı insanların iradesini, aklını, irfanını, imanını, vicdanını, vefasını alıp yerine PKK’nın iradesini koyuyor. Bunun için masumları katleden canlı bombasına da “Devrim Şehidi” diyor. Oysa şehitlik dini bir kavram! Dahası şehit olmak için Allah’a ve Kur’an’a inanmak, vatan-yurt-ev gibi dokunulmazlık vasfı taşıyan alanları korumak, meşru-nefsi müdafaa yapmak, haklı olmak, cehalete karşı direnmek gerekiyor.
Burada PKK’nın Marksist-Leninist ideolojisini putlaştırmak, tanrılaştırmak gibi gayret içinde olduğu görülüyor. Bunu yaparken de toplumdaki İslam’a dair kavramları ve dindar gözüken bazı şahsiyetleri kullanıyor. Yani PKK’da din istismarcısı bir örgüt.
PKK gibi örgütler uyuşturucu gibi maddeleri ciddi bir şekilde kullanıyorlar. Güneydoğu’daki mücadele alanlarında PKK’nın teröristlere uyuşturucu, uyarıcı gibi maddeleri verdiğine çok kez rastladık. Özellikle çatışma ortamlarında korku ve paniğin etkisinde kalmamaları, cesaret kazanmaları için bağlılarına uyarıcı-uyuşturucu madde verdiklerini biliyoruz. Son söz olarak da şunu da söylemek gerekiyor:
Duygusal insanlar daha kolay canlı bomba oluyor. Materyalist insanları, terör örgütleri canlı bomba olarak kullanmakta zorlanıyorlar. Materyalist insanlar, canlı bomba olmaya çok daha dirençliler, kendilerini feda etmeye yetecek arzu ve kültüre sahip değiller. Yani bencillerden canlı bomba çok çıkmıyor.”