Üç dine ev sahipliği yapan Kudüs’ün sadece İsrail’in tekeline verilmesi, ‘Büyük İsrail’ projesini hayata geçirmek için atılan bir adım olarak değerlendiriliyor
ABD Başkanı Donald Trump’ın bütün dünyayı karşısına alarak Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul ettiğini açıklaması ve Amerikan büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıma emri vermesinin yankıları sürüyor. Üç dine ev sahipliği yapan Kudüs’ün sadece İsrail’in tekeline verilmesi, Arzı Mev’ud’la (vadedilmiş topraklar) birlikte ‘Büyük İsrail’ projesini hayata geçirmek için atılan bir adım olarak değerlendiriliyor. Son yıllarda bölgede yaşanan olaylar İsrail’in bu sinsi planını adım adım uyguladığını gösteriyor. Arap Baharı ile başlayan gösteriler birer birer Müslüman ülkelere sıçrarken, bu iş İsrail’in ekmeğine yağ sürdü. Suriye’de iç savaş ve DEAŞ’ın ortaya çıkışı, Irak’ta Bölgesel Kürt Yönetimi’nin bağımsızlık referandumu Tel Aviv yönetiminin kozu oldu. Suriye’deki taşeron örgüt DEAŞ’ı kullanan İsrail, yaralanan teröristleri tedavi etti. Başbakan Binyamin Netanyahu’nun DEAŞ’lı teröristleri ziyaret ederken çekilen skandal fotoğrafların ortaya çıkmasını İsrail, “Bu savaşçılar Esad rejimini yıkmak için savaşıyor” diyerek kapatmaya çalıştı. İsrail, bölgenin istikrarsızlaştırma çalışmalarına Irak’ta Bölgesel Kürt Yönetimi’nin referandum sürecine tek başına destek vererek devam etti. Netanyahu’nun “Kürtlerin devlet kurma vakti geldi” sözüne Kürt halkı sokaklarda İsrail bayrakları sallayarak cevap verdi. Ünlü Fransız yazar Emile Zola’nın Rougon Macquart serisinde “Büyük İsrail” devletini kurma çabalarının olduğunu söyleyen Suriye Türkmen Meclisi’nin kurucusu ve eski başkanı Samir Hafez, “Zola eserinde, 19. asırda Osmanlı’nın maddi sıkıntı içinde dönemde Suriye’nin İsrail’e bağlanmasını işlemişti.
ABD Başkanı Trump’ın da Kudüs’ü İsrail’in başkenti olduğunu açıklamasının ardından bir sonraki hedef Suriye olabilir” iddiasında bulundu. Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz diğer uzmanlar da şu tespitlerde bulundu:
Prof. Dr. Mustafa Sıtkı Bilgin: “Bu İslam dünyasının kalbine yapılmış bir saldırıdır. Daha çok Evanjelist Siyonistlerin yaptığı bir tezgâh. Tabii bunun İslam dünyasında ve uluslararası siyasette yankıları olacaktır. Bu sadece Müslümanlar için değil, Kudüs’te bulunan Hıristiyanlar için de büyük bir problem olacaktır. Çünkü Kudüs üç dine merkezlik yapan bir yer. Dolayısıyla oranın İsrail’in başkent yapılarak Siyonizm’in yönetimine verilmesi, tek dinin tekeline bırakılması, tek dinin merkezi hâline döndürülmesi hiçbir şeklide Kudüs’ün yapısına ve tarihine uygun değildir. Kudüs-i şerif barış yurdu, esenlik yurdu olarak tarihte yer almıştır. Osmanlı burayı hiçbir şekilde uluslararası siyasete ve çatışmaya alet etmediği için dört asır boyunca huzur ve sulh içinde yönetmiştir. Trump’ın yaptığı bu hamle Kudüs meselesini özelde, Filistin meselesini ise genelde önce iç politikaya alet etmek ve ardından uluslararası çıkar çatışmalarına peşkeş çekmektir. Bu aynı zamanda medeniyetler çatışmasının da fitilini ateşleyecek bir olaydır”
Prof. Dr. Yaşar Hacısalihoğlu: “Trump’ın seçilmesi onu doğrudan ABD başkanı yapmaya yetmedi. Özellikle atamalar sürecinde istediği ekip çalışamadı, bir kısmı görevden alındı, ardından Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn’in FBI-CIA soruşturmaları kapsamında yargıya taşındı. Bütün bular Trump’ın başkanlıktan azledilmesine kadar varacak bir süreç ortaya çıkardı. İsrail’in ABD sistemindeki etkinliğine dayanarak, Yahudu lobisinin desteğini alıp bu sıkışmışlıktan kurtulmak isteyen Trump, uluslararası hukuku hiçe sayıp işgalci bir devletin önünü açarak yeniden büyük gerilimlere, kana ve gözyaşına yol açabilecek bir süreci tetikleyen hamle yaptı. Bunu, kişisel bir takım ikballerin ortaya çıkarttığı büyük sonuçlar olarak görmek gerekir. İsrail bir garnizon devlet. Bir anlamda batılı küresel sömürü tarzının ileri karakolu gibi. İsrail’in Mescid-i Aksa’yı kaldırmaya yönelik çabalarını biliyoruz. Bu süreç ABD eliyle de hızlanıyor. Bu da tabii Orta Doğu’da yeni savaş ve gözyaşına olacağını gözler önüne seriyor.
Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın: Trump içerde fena hâlde sıkışmış durumda. Kendisi için bir çıkış yolu aradı. İkincisi İsrail’e vermiş olduğu bir söz vardı. Üçüncüsü de yakın çevresinde olan hemen hemen herkes zaten abartılı bir şekilde İsrail yanlısı. Bence artık durdu durdu ‘tam zamanı geldi’ diye düşündü. Suudi Arabistan’ın da İsrail’le ilişkilerini geliştirdiği bir dönemi görerek böyle bir adım atmayı tercih etti. Ama tabi sonuçları bölge barılı ve istikrarı için çok ağır olabilir.
Bilgi notu
Yahudiler için vaat edilen Arz-ı Mev’ud sınırlarının nereler olduğu tartışma konusu olurken Türkiye’nin güney ve güneydoğu kısmından bir bölgeyi de içine alıyor. Theodor Herzl’in 1897 yılında İsviçre’nin Basel şehrinde yapılan I. Dünya Siyonist Kongresi’nde yaptığı konuşmada sarf ettiği; “Kuzey sınırlarımız Kapadokya’daki dağlara kadar dayanır. Güneyde de Süveyş Kanalı’na dayanır. Sloganımız David ve Salamon’un (Davud ve Süleyman) Filistin’i olacaktır” şeklindeki cümleler hedeflerini ortaya koyuyor. Yine İsrail’in Başbakanlarından Ben Gurion’un 1948’de İsrail devletini ilan ederken yaptığı konuşmada söylediği; “Filistin’in bugünkü haritası İngiliz manda yönetimi tarafından çizilmiştir. Yahudi halkının, gençlerimiz ve yetişkinlerimizin yeniden çizmesi gereken bir başka harita vardır ki, o da Nil’den Fırat’a kadar olan bölgeyi kapsamaktadır” sözleri ve 1974 yılında zamanın İsrail Savunma Bakanı Ariel Şaron’un “Türkiye de alaka alanımız içindedir” cümleleri gerçek niyetlerini gösteriyor.