Başkanlık sistemiyle ilgili değerlendirmelerde bulunan Devlet Bahçeli, 'Başkanlık sisteminin bir sisteme ne de yeni bir rejime gerek yoktur. Sonu macera ve mezbelelik olan arayışlara ihtiyaç da yoktur' dedi.
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Başkanlık sisteminin milli bir beklentinin doğal yansıması olduğu tezi bize göre geçersiz, afaki ve abartılı bir değerlendirmedir. Milletimizin en tabii ve haklı beklentisi refah ve reformdur. İş, aş ve yoksulluk sorunlarının kökten çözümüdür” dedi.
MHP lideri Bahçeli, TBMM’de düzenlenen partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, harcı çileyle karılmış, duvarları feryatla örülmüş kapkara bir dönem yaşanıldığını vurgulayarak, “8 Şubat 1919’da İstanbul’a giren Fransız Generalinin durumu nasıl rezil ve haysiyetsizceyse, bugünlerde terörizmin devlete meydan okuması aynısıdır. Bu işgalin ertesi günü, merhum Süleyman Nazif’in, Hadisat Gazetesinde siyah bir çerçeve içinde yayınlanan “Kara Bir Gün” isimli meşhur makalesi sanki bu zamanı da anlatmaktadır. Kudretsiz dimağlar, milliliği bulanık ruhlar, maya ve meşrebi lekeliler bugünleri hem idrakte hem de itirafta epey zorluk ve sıkıntı çekmektedir.
Milli Mücadele yılları her türlü mezalim, melanet ve müstevli gayeye direnerek istikbalin rotasını çizmiş, istiklalin sancağını dalgalandırmış, kara günleri yırtıp atmıştı. Bunda müteşekkir olduğumuz, her daim hayranlık ve şükran duyacağımız milliyetçi irade ve inanmışlığın üstün bir payı vardır. Türk milleti kendi hayat alanını çizip korumaya alırken vesveye, velveleye, vesayetçi odaklara takılmadı. Vehimleri pusula yapmış tutsak anlayışlara izin vermedi. Korkuluk diken, arka arka yürüyen, üst üste yan çizen teslimiyetçi lobilere aldırış etmedi. Bahane imalatçılarına, minderden çıkarak kaçak ve korkak güreşenlere bu büyük millet hiçbir zaman şans tanımadı.
Kurtuluşa tam bir bağlılıkla tutunmuş yüksek fazilet; “vazgeçelim, bırakalım, olmuyor, başaramayacağız” diyenlere kulak asmadı, kaale almadı.
Yine Milli Mücadele’nin en şiddetli günlerinde Mustafa Kemal’in Meclis kürsüsünde yaptığı şu tarihi konuşma her şeyi özetlemiş, yaşananların özünü deşifre etmiştir:
“İşittim ki, bazı arkadaşlar yoksulluğumuzu bahane ederek memleketlerine dönmek istiyorlarmış. Ben kimseyi zorla milli Meclise davet etmedim. Herkes kararında özgürdür, bunlara başkaları da katılabilirler. Ben bu mukaddes davaya inanmış bir insan sıfatı ile buradan bir yere gitmemeye karar verdim. Hatta hepiniz gidebilirsiniz. Asker Mustafa Kemal mavzerini eline alır, fişeklerini göğsüne dizer, bir eline de bayrağını alır, bu şekilde Elmadağ’ına çıkar, orada tek kurşunum kalana kadar vatanı savunurum. Kurşunlarım bitince de bu aciz vücudumu bayrağıma sarar, düşman kurşunları ile yaralanır, temiz kanımı, mukaddes bayrağıma içire içire tek başıma can veririm. Ben buna and içtim.”
Buradaysak hiç şüphe etmeyin ki, bu saygın kararlılığın sonucudur. Bağımlı yaşamayı reddedip, bağımsızlığı sinesinden çıkarmış söz konusu tarihi duruş bize milli ve üniter bir devlet hediye etmiştir. Türk milleti, Gazi Mustafa Kemal’in ifadesiyle; yeni bir iman ve kat’i bir azm-i milliyle yeni bir devlet kurmuş; dayandığı esasları da tam bağımsızlık ve kayıtsız şartsız milli egemenlik olarak belirlemiştir. Bu yüzden 29 Ekim 1923 kuruluş ruhu hiçbir şart ve ortam karşısında darbelenemez, yıkılamaz, buna da hiçbir faninin ömrü yetmez.
Kalbinde ve vicdanında milli ve manevi hazlardan başka zevk ve dünyevi tamah taşımayan her Türk vatandaşı bu gerçekleri tasdik edecektir”ifadesini kullandı.
BAŞKANLIK SİSTEMİNİN MİLLİ BİR BEKLENTİNİN DOĞAL YANSIMASI OLDUĞU TEZİ BİZE GÖRE GEÇERSİZ, AFAKİ VE ABARTILI BİR DEĞERLENDİRMEDİR.
Türkiye’nin var olma gayesinin tüm maddi makam ve mevkilerin önünde olduğunu kaydeden Bahçeli şunları söyledi:
“Çünkü aldığımız kutlu sorumluluk, üstlendiğimiz mübarek miras bunu gerektirmektedir. Bu itibarla ne yeni bir sisteme ne de yeni bir rejime gerek yoktur. Sonu macera ve mezbelelik olan arayışlara ihtiyaç da yoktur. Eğer yeni bir sisteme gereklilik varsa, devleti yeniden tanım ve tarif konusuna milletin tamamı tam bir fikir ve bilgi ittifakıyla tamam diyorsa, ancak o zaman ne konuşulup tartışılacaksa gündeme alınmalıdır. Bunun dışında her söz zaman kaybı, her teşebbüs yeni bir çatışma ve cepheleşme kaynağı olacaktır. Türkiye’nin önündeki engellere yenilerine eklemek bir defa art niyetliliktir. Şimdilerde herkesin ağzına pelensek olmuş bahse konu tartışmalar 93 yıl önce kapanmış, millet son hükmünü Ankara’da vermiştir. Biz ne yapacaksak, neyi başaracaksak mevcut hukuk ve sistem ölçüleri içerisinde kalarak düşünmeli, bunun yol ve çarelerini aramalıyız. Başkanlık gelince işsizlik bitecek midir?
Başkanlık tesis edilince Türkiye bölgesinde ve küresel anlamda yıldız gibi parlayacak, bir kalemde tüm sorunlarından kurtulacak mıdır? Başkanlık kabul edildi diyelim, muhataplarımız bize söyler mi; ne değişecek, hangi mucize, hangi muhteşem başarılar birbiri ardına sökün edecektir? Çok başlılıktan şikayet edenler, bugün kaç başın olduğunu, daha doğru bir deyimle hangi başların anında uçurulduğunu samimiyetle itiraf etmelidir. Sistemi inşa eden insandır. Devlet; milletin, tarih kulvarında hukuken teşkilatlanmış halidir.
Bununla birlikte her sistemin dayandığı sosyal, siyasal, kültürel, tarihsel ve hukuksal bir arka planı vardır. Bunlar tepeden tırnağa değişmeden; yani Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerinde yükseldiği ana dinamikler değiştirilmeden, geçmişten keskin bir kopuş ve ayrılış yaşanmadan başkanlık nasıl kurulacaktır? Hadi kuruldu sayalım, gelecekte şahsında toplanan güce bağlanarak başka hedeflere yönelmeyecek siyaset ve devlet adamlarının olmayacağını bugünden kim garanti edebilecektir? Şimdi başkanlık ihtiyaçtır diyenler; bir süre sonra başka ihtiyaç ve taleplerle milletin huzuruna çıkarsa buna ne diyeceğiz, hatta nasıl mani olacağız? Kuvvetler ayrımının sonlanmasıyla sosyal ve siyasal dümenin ne tarafa döneceği, hangi gelişmeleri tetikleyeceği az çok bellidir.
Başkanlık sisteminin milli bir beklentinin doğal yansıması olduğu tezi bize göre geçersiz, afaki ve abartılı bir değerlendirmedir. Milletimizin en tabii ve haklı beklentisi refah ve reformdur. İş, aş ve yoksulluk sorunlarının kökten çözümüdür. Aciliyet arz eden toplumsal talep zenginlik ve rahat bir hayattır. Bu milli özlemlerin başkanlık sistemiyle anında gerçekleşeceğini bırakınız söylemeyi, iması dahi akla, izana ve irfana sığmayacaktır.
Türkiye’nin tartışması ve uzlaşması lazım gelen temel konusu, kim ya da kimler tarafından yönetildiği değil, nasıl yönetildiği veya yönetilmesi gerektiğidir. Bunu başardığımız ölçüde Türkiye Cumhuriyeti’nin başka devlet ya da milletler nezdinden sözü de, nazı da geçecektir. Aksi halde her gelen iktidar sayısal ve oransal imkanlarına dayanarak yeni bir sistem tartışmasıyla meşgul olacak, milleti yoracak ve hırpalayacaktır.
Takdir edeceğiniz üzere, bu bir patinaj halidir ve geleceğimiz açısından oldukça mahsurludur. Konjonktürel gelişmelerle Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oynatmaya kalkışmak, güçler ayrımını silip tek elde toplamak; tüm benliğimle ve tarihe bakarak söylüyorum ki, milletimizi buhrandan buhrana sürükleyecektir.
Pusuda bekleyen Türkiye düşmanları, örneklerine mazimizde çokça rastlandığı üzere, fırsat kollamakta, zemin yoklamaktadır. Bölücüler peşinde oldukları uluslararası destek için ülkeler arasında mekik dokumaktadır. İç ve dış politikadaki riskler daha yoğunlaşmış, daha da yaygınlaşmıştır. Biz Türk milletinin her kararına saygı duyarız.
Bunda bir sorun yoktur. Fakat düşünce, tespit ve çekincelerimizi de açık yüreklilikle paylaşır, bunun lehinde olacak mücadelelerimizi mutlaka yaparız. Dürüstçe, sağa sola meyletmeden, açık açık söylemeliyim ki, bugünlere hiç kolay gelmedik.
93 yıllık Cumhuriyet tecrübesinin muteber ve muazzam kazanımlarını kolayca, miras yedi gibi de elden çıkaramayız. Yenilgi yenilgi büyüdük, bozgunları bozarak, işgalleri iterek, Türklüğün hatıra ve yeminlerini iffetimiz görerek kardeşlikte buluştuk. Bundan da dönmeyeceğiz, taviz vermeyeceğiz.”