O Has Bir Dadaş…

Giyimi, söylemi, yiğitliği, kibarlığı ve efendiliği ile adeta ‘Son Dadaş’.

DUAYEN GAZETECİ MACİT GÜRBÜZÜN ÖZEL HABERİ:”KADİM TEYP’İMİN BU HAFTAKİ KONUĞU NECATİ TUTAŞ, NAM-I DİĞER DADAŞ NECATİ…

“ERZURUM DÜŞENİN YANINDADIR”

“Dadaşlık bir nevi mezhep gibi. Bu mezhebin ibadetleri; iyi silah kullanmak, güzel cirit oynamak, milli oyunları iyi bilmek ve paraya ehemmiyet vermemektir. Mezhepte en esaslı iki akide; kimseden korkmayacak ve kimseyi öldürmeyeceksin. Korkmak en büyük ayıp, öldürmek ondan daha ayıp. Kavga ister değnekle, ister hançerle, ister silahla yapılsın; kafa, göğüs, karın gibi öldürücü yerlere vurulmaz. Maksat; hayat değil galebedir. Yiğitsen; yen. Hatta yenil, gene öylesin. Öldürdünse; yenemedin, yiğitliği lekeledin. Sonra, dadaşlık kanunu mucibince hasımla çarpışırken, silahta denklik lazım. Yumrukla gelene değnekle, değnekle gelene taşla, hançerle gelene tabanca ile karşı koyamazsın. Üstünlüğünü kendinde bulacaksın, silahta değil”.

İsmail Habip Sevük, ‘Yurttan Yazılar’ adlı eserinde dadaşı ve dadaşlık ruhunu böyle anlatır.

Günümüzde böylesi dadaşlık yavaş yavaş yok oluyor ne yazık ki!

Kadim Erzurum’dan günümüze miras şahsiyetlerden birisi de Necati Tutaş.

Nam-ı diğer Dadaş Necati.

Vakar sahibi.

78 yaşında.

Delikanlılığından beridir kadife zıvgası, özel yapım çapulaları, gümüş kösteği, yüreğinin üstündeki Türk bayrağı, Trablus kuşağı, pazubendi, beyaz mendili ve yiğitliğin sembolü siyah renkli fesi ile geziyor.

Her gün bu geleneksel giysiyi ile Erzurum sokaklarında dolaşan tek isim o.

Giyimi, söylemi, yiğitliği, kibarlığı ve efendiliği ile adeta ‘Son Dadaş’.

Bahçıvan bir babanın oğlu.

Tepeden tırnağa organik bir Erzurumlu.

Doğma büyüme Çırçır mahalleli, geçmişte delikanlıların dadaşça kavgaya tutuştuğu meşhur Araplar Düzü’nde oturuyor.

Hala cep ve ev telefonu kullanmıyor.

Son kafilede Kore’ye asker gidenlerden.

Dadaşı ve dadaşlığı, “yiğit, delikanlı, babayiğit, mert, bar oynayan, at binen, cirit oynayan, düşküne ve fakire yardım eden, namuskâr, hilekâr olmayan, yalan söylemeyen, Allah’ını peygamberini bilen, büyüğüne hürmet küçüğüne sevgi gösteren, sofrasına mert, darda kalana seğirten, haklıyı haksızı ayırt eden, güvenilir, eşref insanı yere vermeyen, diline beline ve kuşağına sağlam, iyi bir aile reisi” olarak tanımlıyor.

O bir müzik tutkunu.

Tatlı dil, tatlı söyleme anlamına gelen yöreye özgü tatyan ve gazel ustası.

Yanık bir sesi var.

Dadaş Necati, 78 yıla sığdırdığı dolu dolu geçen yaşamının kapısını bizim için araladı.

Evinde sütlü kahve eşliğinde söyleştik Necati Ağabeyi ile.

Ben sordum, o yanıtladı.

Hadi buyurun, başlayalım.

HORASAN’DAN ÇIRÇIR MAHALESİNE

Tutaş sülalesi Erzurum’a İran Horasan’ından göç etmiş. 1939 yılında Erzurum’un Çırçır Mahallesinde domu. Büyük dedesi Molla Davut İran Horasan’dan önce Elazığ’a, ardından Erzurum’un Yavi köyüne, daha sonra da Çırçır mahallesine yerleşmiş.  Sunuş yazımızda da belirttiğimiz gibi doğma büyüme meşhur Araplardüzü Aydın Sokak sakinlerinden.

Devam ediyor;

“Buralar arpa tarlasıymış. O zaman buralarda ev falan yok. Burada sapan yarışmaları olurmuş. Tarla her taraf. İller Bankası’nın yeri de mezarlıktı. Mahalle mezarlığı, çünkü o zamanlar her mahallenin kendi mezarlığı vardı. Sonradan buradaki mezarlar kaldırıldı. Taşımadılar, o kemikleri götürüp dereye döktüler. Çırçır mahallesinde doğdum, burada büyüdüm. Delikanlı olunca demircilik yapmaya başladım. Çıraktım. Çünkü o yıllarda okul benimsenmezdi, sanatkârlığa yönelirdi insanlar. Ben de öyle yaptım.  Demircilik mesleği de günden güne işlevini yitirmeye başlayınca devlet işi yapayım diye karar verdim ve Özel idarede memur oldum, o da beni sarmadı. 1960 öncesinde bu kez müziğe yöneldim. Yaylı Tamburla başladım, ardından divan saz derken, ben, Suat Işıklı, Osman Mavioğlu bir sanat merkezi açtık”.

HASANKALE’DE ÇERMİK’TE SAHNE ALDIK

Necati Tutaş, müziğe gönül verdikten sonra özellikle Hasankale çermik şenliklerinde bahçelerde sahne kurup, çalıp söylemiş.

“Erzurumlular o yıllarda Hasankale’de çermik yanındaki bahçelerde çadır kurar aylarca tatil yapardı. Biz de orada bir sahne kurduk ve müzik icra etmeye başladık. Almanya’dan gelenler olurdu. Erzurum esnafı çermik şenlikleri sebebiyle muazzam iş yapardı. Biz de yaptık. Sonra başta kardeşim olmak üzere birçok insana bu mesleği öğrettim. Müziği artık gençlere bırakmak lazım diyerek aktif müzisyenliği bıraktım ve hafızlığa atıldım. 35 sene Muratpaşa Camisinde fahri hafız – müezzin olarak görev yaptım. Ezan okudum, sala verdim. O arada Köy Hizmetleri’ne alındım. Sonra bu işi de kardeşime devrettim”.

“FIRFIRİK ÇEVİRİRDİK”

Necati Tutaş, küçükken Araplardüzü’nde arkadaşları ile fırfırik (topaç) çevirir, uzunum eşşek, aşık ve holla çelik gibi yöresel oyunlar oynadıklarını da eklemeden geçmedi. Yokluk yıllarında büyüdüklerini, hali vakti iyi olanların sokak aralarında oynayan çocuklara evlerinde irmik helvası yaparak dağıttıklarını ifade eden Tutaş, şöyle devam etti;

“1940’lı yıllar. Yine bizim babalarımızın işi gücü vardı, yokluk yıllarıydı, kahvaltı etmeden mektebe giden arkadaşlarımız vardı. Ayakta yok, başta yok. Zor yıllardı. Her şeye rağmen, dayanışma, birlik ve beraberlik vardı. Mahallelilik, komşuluk ve dadaşlık kültürü zor yılları atlatmamızda çok etkili olmuştur. Bir Eğin havası vardır, yeşil kurbağalar. Babamın Van’da asker iken aldığı bir gramofonu vardı. Kendi sesiyle Almanlara bir taş plak doldurtmuştu. Çok güzel sedası vardı babamın. Ne güzel türküdür, yeşil kurbağalar. Arkadaşlarla toplanır gramofonda o Türküyü dinlerdik. Taş plağın girişinde ‘Türkiye’den Şerafettin Tutaş seslendirmektedir’ diye bir de anons bulunuyordu. Yokluk yıllarıydı ama samimiyet, kardeşlik vardı. O plağı dinlerken babamın yanık sesi eşliğinde hiç kimse gözyaşlarını tutamazdı. O taş plak her çaldığında kadınlar tırhıç arkasından ağlarlardı. Dadaşım gurban olim, yine bizi Allah’a yakın götürdün’ derlerdi. Babam da onlara, ‘kocalarınıza dua edin, Allah canınıza sağlık versin deyin’ derdi. Yokluk vardı ama insanlık vardı, adamlık vardı, adam vardı. Çarşıya giderken, mahallenin yaşlılarına sorardık, bir isteğin var mı diye, onlar da, sağ git selamet gel derdiler. Şimdi kardeş kardeşe küs. Bize ne oldu? Ne demiş şair, öyle bir güne kaldık ki, igit belli değil, mert belli değil. Paranın tuncu çıktı, insanın piçi.  Kız anasını tanımaz, oğlan babasını ”.

HERFENE YAPARDIK

Tutaş, mahalle kültüründen söz ederken, akşamüstleri sokak aralarında herfene yaptıklarını, herkesin mahrama denilen büyük mendiller içinde evinden getirdiği yiyeceklerle oturup eğlendiklerini ifade etti.

“Hekat söylerdik. Sesi güzel olanlar eli kulağa atar Türkü söylerdi. Türkü eşliğinde oyun bilenler bar oynardı. Güzel günlerdi. Mahalle dayanışması, kardeşlik ve komşuluğun en güzel örnekleri burada sergilenir ve yaşanırdı. Bir başka güzeldi”.

“TIRHIÇLARI KAPATIN DADAŞIM GELİR”

Tutaş, delikanlı zamanlarında mahallelerinde yaşananları da şöyle aktardı;

“Kız kardeşlerimiz ayak seslerimizi duyunca tırhıçları hemen kapatırlardı. ‘Kapatın, dadaşım gelir’ derlerdi. 21-22 yaşlarındaydım. Komşumuz vardı, berber Zihni. Kızları vardı, bir içim su, anam olalar. Süet ayakkabı giyerdim. Ayak sesimi duyar duymaz, tırhıçları kapatırlardı. Öylesine güzle komşuluk ilişkimiz vardı. Mahalle delikanlısı olarak herkese dadaşça uyarılarımı yapardım. Hane reisleri ona karışmayın, o mahalleyi çok iyi idare ediyor der, bana itimat ederlerdi”.

“ULAN YILMAZ!”

Dadaş Necati, o dönem delikanlıların mahallelerini nasıl sahiplendiğini ve koruduğunu da bir örnekle şöyle anlattı;

“Yılmaz diye Gavurboğanlı bir arkadaşım vardı. Bir gün bir kızı tavlamış, koluna takmış, bu bizim Araplardüzü’nde birlikte oturuyorlar. Aralarında bir kâğıt torbada kiraz var. Elimde bir değnekle yanlarına yanaştım, ‘Ulan Yılmaz!’ diye seslendim. ‘Buyur ağabeyi!’ diye karşılık verdi. Yılmaz 1.90 boyunda, bana bir vursa darmadağın edecek. ‘Yılmaz, bir daha buralarda dolaşma, kızı takmışsın koluna, kandırmışsın ayıp değil mi?’ dedim. ‘Hele ambele gel, ambele’ dedi bana. ‘Neye geleceğim, konuş oradan konuş’ dedim. ‘Yahu gel, sen benim ağabeyimsin, gel’ dedi, hâlbuki o benim ağabeyim, dövecek beni ona çağırıyor. Kıza döndü ‘o kirazı ver ona’ dedi. Kız getirdi kirazı, ‘bu seni nereye götürecek, ne oluyor ‘ dedim. ‘O benim sözlüm, arkadaşım’ diye cevap verdi kız. ‘ananın babanın izni var mı’ diye sordum kıza. Mahallenin delikanlısıyım ya. ‘Var’ dedi. Ben de, ‘senin ananın babanı izni olsa sen tek başına buralara kadar gelmezdin, burası askerin talim yaptığı yer. Hadi evine’ dedim. İşte mahalleyi sahiplenme, delikanlılık böyle bir şeydi. O günün şartlarında bu işler böyle oluyordu”.

DADAŞ CİRİT OYNAR

Necati Tutaş, delikanlılık çağlarında at binip cirit oynadığını da gururla ifade etti. Herkesin bu sebeple evinde at beslediğini belirten Tutaş, bakın atları nasıl besler, ne içirirmiş.

“Ata ceviz içi, kara üzüm yedirirdik. Köfte yapardık. Viskiyi sulandırır içirirdik, sulu viskiyi içince aşka gelir, kişnerdi. Yerinde duramazdı. O zamanın hükmünde bu işler böyle oluyordu. Cirit başlarken, atım kişneyip nara atarak sahaya çıkınca herkes, ‘dadaşım kırınan gelir, Allah vere başka ata vurmaya’ derdi. O at aynı insan gibi düşmanı ya da rakibi tanırdı. Cirit atlarımızın kamçılarını cezaevlerinde özel yaptırırdık. Mahkûmlar yapardı. Atın koşum takımlarının yanı sıra, çok güzel dokuma pazubentler yaparlardı”.

“DADAŞ, ANAMA BİR TATAR BÖREĞİ YAPTIR, GELAH YİYAH”

“Cirit müsabakalarının ardından iki takımın binicileri toplanır, birbirlerine ‘dadaş, anama bir tatar böreği yaptır, gelah yiyah’ derdi. Sorardık, kaç kişi geleceksiniz? Sayıyı belirledikten sonra hazırlıklar başlardı. Sade tatar böreği olur mu? Bütün akrabalarımız toplanırdı. Dolmalar doldurulur, börekler hazırlanırdı. Ciritçi arkadaşlarımız guruplar halinde atlarıyla birlikte hanemize teşrif ederlerdi. Bahçedeki sikkelere atlarını bağlarlardı. Atlar, birbirlerine saldırmasınlar diye aralıklı bağlanırdı. Yer içer eğlenirdik. Yemek sona erince yaşça en büyük ciritçi öne geçer, ‘dadaş, senin at biraz haşarı, sen arkadan gel’ derdi, amaç; büyük olduğu için guruba ağabeylik, liderlik etmek. Yemeğin ardından Abdurrahman Gazi’nin yolunu tutardık, harbe gider gibi. Çok özlüyorum o günleri, ama gün o gün değil, sadece anılarda yaşatılan, göz yaşartan anılar bunlar”.

DERSİM AHMET, DADAŞ BAYRAM, KÜRT MISTO

Tutaş’a, çocukluk çağlarında Erzurum’un delikanlı ya da kabadayılarını da sormadan geçmedim. Bakın kimler varmış ve dadaş nasıl olurmuş;

“Kara Yusuf, Godo Şeref, Kemal Çırım, Gez mahalleli Kor Fuat, Dadaş Bayram, Dersim Ahmet vardı. Dersim Ahmet, demirciydi, Ağır Bakım Fabrikası’nın sendika başkanıydı aynı zamanda. Kürt Mısto vardı, üçkâğıt açardı. Ama delikanlı adamdı. Biz de delikanlılık çağlarımızda ağır oturduk, ağır kalktık diye lakabımızı Dadaş Necati koydular. Neredeyse soyadımı dadaş yaptıracaktım, o lakabı çok sevdim, benimsedim. Erzurumlu hemşerilerim de beni sevdiler, sağolsunlar. Onları yaradana gurban olim. Bu şehirde elbette dadaş tükenmez. Ancak benden başka kuşak bağlayan, çapula giyen, zıvga ile dolaşan insan kalmadı bu şehirde. Cumhuriyet caddesinde bu giysilerle gezerken bilmeyen, tanımayan, ya da yabancılar gözlerini benden ayıramıyorlar. Geçenlerde bir araba durdu yanımda, arabadan üç kişi indi, ‘efendi, bir dakikanızı alabilir miyim? Dediler. ‘Buyurun efendim’ dedim. ‘Siz hep böyle mi gezersiniz?’ diye sordular. ‘Temmuz ağustos ayında bile böyle gezerim, kuşağımı hiç çıkarmam’ dedim. Şaşkın şaşkın baktılar bana. Çapulalarıma baktı, çıkar bir bakayım dedi, yanındaki arkadaşıyla göz göze geldiler. Neden? Hava yağmurlu, çapulada tek bir çamur yok, tertemiz. Dadaş temiz giyer, temiz dolaşır, giysisi de yüreği gibi temizdir çünkü. Paltomun arkası kırışınca hemen ütületirim. Tırnaklarım tertemizdir, torunlarıma da öyle öğrettim.

HAYAT KADININDAN HAYAT DERSİ

Tutaş, dadaşlığı anlatırken öylesine bir olay anlattı ki, nasıl mı?

Devam edelim.

“Caddede yürürken ayaklarımın burnuna bakarım, yolda yol, arabada yer veririm. Kadını ananı bacını nasıl görüyorsan öyle göreceksin. Yenikapı’da bir kadına sadaka verdim. Eski bir hayat kadını. Yanımdaki arkadaşım, ona neye para veriyorsun, o genelevden ayrılma deyince kadın duydu, gözleri doldu. Arkadaşıma döndü, ‘Ben kötü yoldan doğru yola döndüm, bana niye çok gördün? Dedi. Arkadaşıma özür dile, bir sadaka da sen ver, kalbi incinmesin dedim. O sırada bir dilenci kadın geldi genelevden ayrılma o kadıncağıza el açtı yardım istedi. Benim verdiğim 5 lirayı dilenci kadına verdi. Arkadaşıma döndüm, gördün mü dedim. Arkadaşım utandı, ben çok hatalıyım dedi. Gitti, sen benim dünya ahiret bacımsın, kusura bakma dedi ve ağladı. Zekâtımı, fitremi de buna vereceğim dedi. İşte bizim hasletlerimiz böylesidir”.

 “ORASI ANANIN TANDIR BAŞI MI ULAN!”

Tutaş, Kore’ye gitme hazırlıkları sırasında Seferihisar’da komando eğitimi alırken, tel örgülere takılan parmağından ağır şekilde yaralanmış. Tedavisinin ardından sargılı eline bir Türk bayrağı bağlamış. Elinin halini ve bayrağı gören Orgeneral Cemal Gürsel’in, “Ne o hal ulan!” sorusuna, olayı anlattıktan sonra, “Paşam bu elimi gören Koreliler korkacak” deyince Gürsel’in, “Orası ananın tandır başı mı ulan! Orası düşmanın karşısı. ” dediğini anlattı. Cemal Aga’nın ‘Erzurumlu asker var mı?’ Dedikten sonra bir adım öne çıktığını ifade eden Tutaş, “Oğlum, bak bakayım burada Erzurumlu asker var mı, tanı bakayım!’ deyince, “Bir baktım, teyzemin oğulluğu deli Davut. Paşaya ‘bu deli Davut paşam!’ dedim, o da, ‘o deli Davut değil, veli Davut. Koreliyi süngüye takıp arkasına atıyordu. Siz atabilecek misiniz? Sustuk tabi. Ulan Davut sen neymişsen! Tenekeci Lütfü de orada destansı kahramanlıklara imza atmıştı”.

 “AĞABEYİN SENİN AĞZIN YESİN!”

Dadaş Necati’nin anı çıkınında Erzurumlu, Aga lakaplı Orgeneral Cemal Gürsel dair anı çok. Hele bir Erzincanlı askerle olan diyaloğu var ki, kahkaha garantili.

“Kore’ye gitmek için Seferihisar’da toplanma alanında içtimadaydık. Uğurlama töreni vardı. Törene Cemal Gürsel, Cemal Tural ve Tahsin Yazıcı da gelmişti. Birliğimizde akli dengesi bozuk olmasına rağmen ısrarla askerlik yapmaya gelmiş Erzincanlı İzzet diye bir asker vardı, saftı. Ön dişleri yoktu. Onu kızdırıp takılmayan yoktu. Tambur çalardım,’ iki Türkü söyle İzzet derdim’, ‘yok ben söylemem, oynayacağım’ derdi. Törende sırıtmasın ya da uygunsuz bir hadise olmasın, Cemal Gürsel görmesin diye diye İzzet’i ağaçların arasına sakladılar. İzzet, o kavurucu yaz sıcağında parkasını giymiş, fermuarını da boğazına kadar çekmiş, ağaçların arasından töreni izliyordu. Nasıl olduysa Cemal Gürsel İzzet’i fark etti, ‘Oradaki Mehmetçik gelsin’ dedi. İzzet geldi, Cemal Gürsel’i bir süre süzdükten sonra ‘buyur ağabeyi’ dedi. Herkes gülmemek için kendini zor tutuyordu. Cemal Gürsel’in kafası kıyak, elinde tespih var, hiç istifini bozmadı ve cevapladı, ‘ağabeyin senin ağzın yesin, esas sen benim ağabeyimsin’. İzzet devam etti, ‘ağabeyi sen nerelisin? Cemal Gürsel cevap verdi, ‘Erzincanlı’. İzzet bu kez, ‘kimin oğlusun?’ diye sorunca er, erbaş, subay ve astsubay kendini tutamadı ve gülmekten yerlere yattı. Cemal Gürsel sinirlendi, adeta kükredi, ‘gülmeyin ulan! Esas gülünç sizsiniz. Bu sakat haliyle askerlik yapıyor’ dedi. Alay komutanı Tahsin Yazıcı’ya döndü ve ‘Gel buraya! Bu askeri neden 6 aydır burada tutuyorsunuz?’ diye sordu, Tahsin Yazıcı, “paşam, terhisine üç dört gün var’ deyince Gürsel Paşa daha da sinirlendi, ‘Allah mı emretmiş yahu, bundan ne olur?”

“TRENLE GEÇERKEN Mİ ERZURUM’U GÖRDÜN?”

Necati Tutaş, Cemal Gürsel’in Kore yolcusu birliği denetlemesi sırasında sıra kendisine geldiğinde Cemal Aga ile aralarında geçen Erzurum sohbetini anlatmadan geçemedi.

“Askeri denetlerken sıra bana geldiğinde sordu bana, ‘nerelisin evladım’. ‘Paşam! Erzurumluyum’ dedim. ‘Trenle geçerken mi Erzurum’u gördün? Gelen Erzurumluyum, giden Erzurumluyum. Önüne gelen Erzurumlu’ deyince, gayri ihtiyari gülümsedim. ‘Ne gülüyorsun ulan’ deyince. ‘Paşam ben size çok yoğurt getirmişimdir’ dedim. Uzun uzun baktı bana. Çünkü Paşalar caddesindeki konutunun bahçıvanı babamdı. Onun maiyetinde çalışıyordu. Çok sık gider gelirdim. Tespihi salladı, düşündü, ‘Sen ne yoğurdu getirdin bana bakayım?’ deyince ‘ben maiyetinizde görev yapan Şeref’in oğluyum paşam’ dedim. Cemal Paşa sık sık bana,

Asker ettiler beni kıdemli çavuş

Gölcük çöllerinde oldum bir baykuş

Anadan, babadan, yardan bir haber yokmuş

Uçun kuşlar uçun sılaya doğru

 

Güverteye çıktım, bayıldım, yattım

Komutan gelince selama kalktım

Anayı, babayı, yâri sılaya attım

Uçun kuşlar uçun sılaya doğru

Türküsünü söyletirdi.

“CAAAANN ASKERİM CAAANNN”

“Kafası iyi olduğunda, beni merdivenlerin başına çıkarır, hele şu ‘uçun kuşlar uçun Türküsünü söyle öyle git’ derdi. ‘Bu Türküyü size merdivenlerde söylerdim, Şeref’in oğluyum ben’ deyince, ‘Ulan it oğlu it, o sen miydin?’ dedi, gözleri doldu. Cemal Tural’a döndü ve , ‘Tural, bu evin çocuğu yav. Şuraya bak Tural! Evin çocuğu asker olmuş, buraya gelmiş, Kore’ye gidiyor. Tural! Bu türküyü o söylesin sen dinle. Ulan o bando bölüğündeki kemani asker gelsin! Kemani asker geldi. Ulan, bu asker ne söylerse onu çalacaksın it oğlu it! Bugün beni burada ağlatın. Mehmetçiklerim Kore’ye gidiyor’. Bana döndü, şu Kore Türküsünü bir daha söyle dadaş’ dedi. Uçun kuşlar uçun Türküsünü ben söyledim, kemani asker çaldı. Alay inledi, sanki üzerimizden şimşekler çakıyor. Varooolll diye bağıranlar olunca Cemal Paşa ayağa kalktı, ‘Caaannn askerim caaannn!’ dedi gözleri doldu. Sofrada bile aklıma gelince ağlıyorum. ’Yanaklarımdan öptü. Hadi bakalım Allah’a emanet ol dedi”.

ERZURUM DÜŞENİN YANINDADIR, FETO’NUN ASLA

Necati Tutaş, sözü 15 Temmuz kalkışmasına getirdi. “Sana yıllar öncesinden tanıdığım Fethullah Gülen’i anlatacağım” diyerek, “Onu tanıdığımız yıllarda bu halleri yoktu”  diyen Dadaş Necati,

“İnsan milletine silah çeker, bomba atar mı? Hele bak yav! Ben Kore askeriyim, kabullenemiyorum. Din adına buralara geldin, ajan oldun. Erzurum ocak batırmaz, Erzurum düşenin yanındadır. Ama sen delikanlı gibi düşmedin. Cemal Gürsel’e sorarlar, “Paşa! Diyordun ki, dadaşlar beni düşürtmez, sahiptirler. Hani ya?” Paşa cevap verir, “Ben hele düşmedim, düştüm mü, onlar benim yanımdadır!”. İşte öylesine düşseydin, bu millet senin yanında olurdu. Ama sen uçakla helikopterle milletine bomba yağdırdın, kendini ayağa düşürdün.”.

AĞLAYARAK YARDIM DİLENİYORDU

“Kuşkay’ın altındaki Cihan Lokantası’nın orada yardım dilenirdi Feto” diyen Tutaş, “Yıl; 1963. Kadın erkek herkese ağlayarak ikindide falan camideyim, yardımlarınızı getirin derdi. Bir camisi bile yoktu. Seyyar gezerdi. Cami cami dolaşır yardım dilenirdi. Adı da yardım ya da bağış, onları torladı topladı, gitti Amerika’ya ajanlık etti. 1963’te buradaydı. Kaçtı İzmir’e gitti. Babası Alvarlı Efe’nin yanındaydı. Alvarlı Efe onun bu hallerini bilseydi, kovardı. Bizim adımızla oynadı”.

SONSÖZ ÜZERİNE

Son Dadaş Necati ağabeyiye Kadim Teyp’ime konuk olduğu için sonsuz teşekkürler ediyorum.

Onur verdin.

Sağlık, sıhhat ve uzun ömürler diliyor, ellerinden öpüyorum.

Sen hep Cumhuriyet caddesinde gururla gez, seni görmek her dadaşa onur ve gurur veriyor.

Saygılarımla.

Bu özel çalışmalarından dolayı kartv.net olarak..Engin YILMAZ Macit GÜRBÜZ ve HABERYIBES.COM Teşekkür ederiz.


08.05.2017 11:05:00