Kandil sadece bir üs, emirler başka yerden

Başbakan Ahmet Davutoğlu, herkesin safını belirlemesi gerektiğini belirterek,”Bu ülkenin çocuklarını barikatların arkasında ölüme mahkûm edenler Kandil'den değil, Türkiye'ye düşman birtakım başkentlerden talimat alanlar… Kandil sadece bir üstür, istasyondur, talimatlar başka yerden gelir, Kandil birilerine iletir, onlar yapar” dedi.

2016 Yılı Bütçe Kanun Tasarısı görüşmelerinde ana muhalefet ve diğer muhalefet partilerinin eleştirilerine cevap veren Başbakan Ahmet Davutoğlu, CHP’nin Anayasa Mutabakat Komisyonu masasından kalktığını belirterek, her şeyin konuşulması kaydıyla komisyonun yeniden toplanarak yeni anayasa çalışması yapması ve içtüzüğün değiştirilmesi çağrısında bulundu. 2016 yılı bütçesine yönelik açıklamalarda bulunan Başbakan Davutoğlu, yapılan reformlara ilişkin de bilgi verdi. Terör konusunda HDP’yi eleştiren Davutoğlu, “Biz bu coğrafyayı dedelerimizden geçici bir şekilde emanet almadık, kıyamete kadar emanet aldık” dedi.

“MİLLETİMİZİN BİZE VERDİĞİ HER BİR VERGİYİ NAMUSUMUZ BİLDİK”

“Emek ve değer üreten, alınlarını öptüğüm işçilerimizin asgari ücretini 1.300 liraya çıkardık” ifadelerini kullanan Başbakan Davutoğlu, emeklilere yılda bin 200 lira zam yapıldığını, ekonominin omurgası olan esnafa 30 bin Türk Lirası faizsiz kredi vermeye başlandığını kaydetti. Başbakan Davutoğlu, “Çiftçimiz için yemde ve gübrede KDV’yi kaldırdık, bu iki aylık. Genç çiftçilere proje karşılığı 30 bin lira karşılıksız destek veriyoruz. Muhtarlarımızın, emniyet görevlilerimizin, askerî personelimizin özlük haklarında hayati düzenlemeler, iyileştirmeler yaptık. Geleceğimizin teminatı gençlerimize hayatın birçok alanında kolaylıklar sağlayan düzenlemeler yaptık. Okuyan gençlerimizin lisans bursunu 400 liraya yükselttik. Şimdi, bir öğretmen olarak, bir hoca olarak söylüyorum, iftihar ediyorum, biz iktidara geldiğimizde 45 liraydı burs, şu anda 400 lira. 90 liraydı yüksek lisans bursu, şu anda 800 lira. 115 liraydı doktora bursu, şu anda 1.200 lira. Dedik ya, ahilik geleneğiyle, besmeleyle açtınız mı Meclisi ya da rızk kapınızı Allah bereketlendirir. Biz duayla açarız ve 14 yılda Türkiye petrol, doğal gaz, vesaire keşfetmedi, hiçbir şey keşfetmedi. Ne yaptık biliyorsunuz? Milletimizin bize verdiği her bir vergiyi, hani siz vergi diyorsunuz, namusumuz bildik, namusumuz, her bir kuruşunu” dedi.

“SİYASİ LİDERLİK SADECE SÖZLE OLMAZ”

CHP sıralarından laf atılması üzerine CHP Lideri Kılıçdaroğlu’na dönerek, “Bakın Sayın Kılıçdaroğlu, kusura bakmayın ama bir şeyi söylemek durumundayım, ümit ederim, bundan sonra özen gösterirler. Siz çok ağır ifadelerle konuştunuz. Ben, dün milletvekillerimize bir mesaj gönderdim ‘sayın Kılıçdaroğlu konuşurken ne derse desin kimse müdahale etmeyecek’ dedim. Grup Başkanvekillerimiz dolaştı, bunu duyurdular, siz konuşurken tek bir müdahale olmadı. Siyasi liderlik sadece sözle olmaz, siyasi liderlik, liderlik yaptığı insanlara sözünü geçirmekle olur. Şimdi, yan tarafınızdaki arkadaşa söylüyorum, siyasi liderlik, her şeyden önce, dönüp grubuna ‘sus’ dediğinde susabilmesidir ve aynı şekilde bir disiplin içinde hareket edebilmesi, nezaket ve nezahet içinde hareket edebilmesidir. Söz söylemek gerektiğinde bu grubumuz mertçe çıkar, söyler, sözünü esirgemez, hiçbir sınır da yoktur. Ama bir başka genel başkan konuşurken nezaketsizlik yapılmasına izin verildiğinde buna ‘liderlik’ denmez” diye konuştu.

“SİZE BİR TEKLİFTE DAHA BULUYORUM, DERHÂL İÇTÜZÜĞÜ DEĞİŞTİRELİM”

Geriye kalan bütün reformları da önümüzdeki dönemde hayata geçireceklerinin altını çizen Davutoğlu, “Bu çerçevede, önümüzdeki günlerde siyasi etik kanunu, siyasetin finansmanında şeffaflığın artırılması, Alevi vatandaşlarımızın taleplerinin karşılanması, darbe dönemlerinden kalan antidemokratik hükümlerin mevzuattan kaldırılması, taşeronların kamuda istihdam edilmesi gibi reformlarımızı da Meclise sevk etmeyi hedefliyoruz. Bu arada, torba yasa konusu… Evet, düşüncem, samimi kanaatim budur. Ama o zaman gelin size bir teklifte daha buluyorum, zaten ziyaret ettiğimde söylemiştim, derhâl içtüzüğü değiştirelim, birlikte değiştirelim. Bu Meclis zaman kaybedebilecek bir Meclis değil. Dünyada ekonomik kriz varken, etrafımız ateş çemberiyken. Evvelsi gün, ben dakika dakika takip ediyorum, engellemeler yüzünden, bugün de gördüğümüz engellemeler sebebiyle sadece 1 madde geçebildi bu Meclisten. Eğer Meclis ana odağını engelleme yerine yasa çıkarmaya yöneltirse torba yasaya da gerek kalmaz, herhangi başka bir uygulamaya da. Onun için gelin, içtüzüğü hep beraber değiştirelim, yeni bir içtüzükte istediğiniz kadar söz hakkı olsun ama engelleme, blokaj olmasın. Millet bizden bu Meclisin çalışmasını bekliyor. Meclisin etkin bir şekilde çalışması için gereken her şeyi yapmaya hazırız. Bu çerçevede, bizim 14’üncü bütçemiz bu, inşallah daha nice bütçeleri birlikte hazırlayacağız. Biz, bu 14 yıl içinde tutmayacağımız sözleri vermedik, verdiğimiz sözlerin de tamamını gerçekleştirdik. Milletin kaynaklarını yine millete seferber ettik. ‘2016 bütçemiz 2002 bütçemizin 4,7 katı’ demiştim, Türkiye son 14 yılda güçlendi ve önemli bir küresel güç hâline geldi” şeklinde konuştu.

“EN BÜYÜK PAY EĞİTİME”

2016 bütçesinin çerçevesini anlatan Davutoğlu, en büyük payın yine eğitime ayrıldığını belirtti. Davutoğlu, “2002 yılında 11,3 milyar Türk lirası olan eğitim bütçesini 2016 yılında 109,3 milyar Türk lirasına çıkartıyoruz. Böylece eğitime ayrılan kaynak 2002 yılında yüzde 9,4’ten 2016 yılında yüzde 19,2’ye çıkarıldı yani eğitimin payını 2 misli artırdık. 2016 yılında ikinci büyük harcama kalemi sağlık harcamaları. Kamu sağlık harcamalarına ayrılan kaynak bu sene 95 milyar Türk lirası, 2015 yılına göre yüzde 18 artırıldı. Sadece bu iki sahaya, eğitime ve sağlığa 204,3 milyar Türk lirası ayırdık ki bu, 2002 yılı bütçesinin neredeyse 2 misli ve bu eğitim ve sağlığın payı yüzde 36. Bugün sunduğumuz 14. bütçe, daha üç ay önce gidilen bir seçimden yüzde 50 oy alarak emaneti devralmış bir Hükûmetin bütçesi olarak geleceğe yepyeni vaatler ve güçlü bir perspektifle 2019’a, 2023’e Türkiye’yi hazırlama bütçesidir. 62. Hükûmetin bütçesinin programını burada sunarken ‘sekiz aylık bir Hükûmet değil’ demiştim, Rabbim takdir etti, daha sonra 63. Hükûmeti de kurmak durumunda kaldık, anayasal hükûmeti; şimdi, 64. Hükûmeti kurduk, onun bütçesindeyiz. Biz hiçbir bütçeyi, hiçbir programı bir yılla, bir dönemle sınırlamayız; ufkumuz ta derinlere kadar gider, bastığımız adım ise toprağın köküne kadar iner. Yere ne kadar sağlam basarsak gözlerimiz ufku o kadar kuvvetli tarar” ifadelerini kullandı.

“2002’DE BÜTÇE AÇIĞIMIZ YÜZDE 11’Dİ, ŞU ANDA YÜZDE 1,2”

AK Parti iktidarı döneminde nereden nereye gelindiğini anlatan Başbakan Davutoğlu, “1993-2002 yılları arasında toplam ortalama büyümemiz yüzde 3. O sırada dünyada, modern dönemde dünya ekonomisinin gördüğü en yoğun genişlemenin olduğu, parasal sistemlerin, kaynakların da ekonominin de büyüdüğü bir dönemdi; yüzde 3 büyüyebildik. 2003-2016 yılları arasında ise yüzde 4,7 oranında büyüdük ki dediğim gibi modern dönemin sanayi devriminden bu yana yaşanan en büyük krizin hâlâ içindeyiz. 2007-2015 yılları arasında istihdam, işsizlikten bahsedildi. 2007-2015 yılları arasında bütün çevre ülkeler ve Avrupa ülkeleri işsizlikten kırılırken biz 6,4 milyon istihdam ürettik. Sadece geçen sene, 2015’te, iki seçime rağmen ve etrafımızda bütün bu krizlere rağmen, 1 milyon vatandaşımızı iş sahibi yaptık. Çünkü Türkiye’nin nüfusu dinamik, daha çok insan iş gücü olarak piyasalara giriyor, istihdam oranımız da yüzde 40,4’ten yüzde 46’ya yükseldi. Mali disiplin; 14 yıldır her konuda disiplinliyiz zaten ama mali disiplin konusunda dünyanın takdirini kazanıyoruz. Sizden takdir beklemiyoruz ama herkes biliyor ki 2002’de bütçe açığımız yüzde 11’di, şu anda yüzde 1,2 ve geçen sene itibarıyla da devlet bütçe kalemleri arasında gider-gelir dengesini sağlama başarısını da gösterdik. Bu tabloyla 28 Avrupa Birliği üyesi içinde 6. durumdayız. Kamu borç stoku yüzde 74’tü biz devraldığımızda, şimdi yüzde 33,5. Avrupa Birliği üyelerinde bu kamu borcu stoku yüzde 88, avro bölgesinde yüzde 94, OECD’de yüzde 90, Türkiye’de sadece yüzde 33,5. Bankacılık sektörü; 1997-2002 yılları arasında ki, aranızda o dönemin mimarları da bulunuyor, onlara da sorabilirsiniz, batan 22 bankanın maliyeti 30,2 milyar Türk lirası. Bütün bu maliyeti karşıladık. Bankacılık sistemini güçlendirdik, bankacılık sisteminin gücünü gösteren tek, en önemli kriter sermaye yeterlilik oranıdır, bu da yüzde 15,5; G20 ülkeleri arasında en iyi üç beş ülkeden biriyiz. 2002’den 2015’e bazı rakamları milletimiz de tekrar duysun diye zikredeceğim, nereden nereye geldik. Üniversite; bir akademisyen olarak gurur duyuyorum, 76 üniversitemiz vardı biz iktidara geldiğimizde, şu anda 193 üniversitemiz var. 249 bin derslik yaptık. Havalimanımız; 26 havalimanı vardı, hava yolunu kullanmak bir ayrıcalıktı, bir sınıf atlamaktı, biz hava yollarını halkın yolları yaptık, 26 havalimanını 55’e çıkardık. Eğer bazı barbarlar olmasaydı, büyük bir onurla açtığımız Yüksekova Havalimanı da bugün barışı, insanları birbirine buluşturan bir havalimanı olarak çalışacaktı ama o barbarlara rağmen Yüksekova’yı da bütün doğu ve güneydoğuyu da havalimanlarıyla bundan sonra dünyaya bağlamaya kararlıyız. Yolcu sayımız 34,4 milyon idi 2002’de, 2015’te hava yolunu kullanan sayısı 182 milyon. Bölünmüş yol 6 binden 18 bin 179’a çıktı. Bölünmüş yollara sahip il sayısı sadece 6’ydı, şimdi 75. Sadece 6 ilde bölünmüş yol vardı, şimdi 75 ilde bölünmüş yol var. İnşallah yakında 81’i tamamlarız. Biz başladığımız işi hiç yarım bırakmadık, yarım bırakmayız. Ankara- Eskişehir-İstanbul, Ankara-Konya hattındaki hızlı trenden 24 milyonluk bir nüfusun istifade ettiğini söyleyelim. İnşallah gün gelecek, hani 2001’de, o dönemlerde iktidarda olanların ‘torunlarımız bile görmüyor’ dedi, hızlı treni biz gördük, torunlarımız bu hızlı trenin Kars’tan Edirne’ye, Urumçi’den Londra’ya gittiğini görecekler, biz bunu yapacağız, Asya ile Avrupa’yı biz bağlayacağız. Dev projeler… Gururla ifade ediyorum, Marmaray, Avrasya, dünyanın en yüksek asma köprüsü olma özelliğine sahip üçüncü köprü, dünyanın en büyük havalimanı olacak olan üçüncü havalimanı, körfez geçişi, Ordu-Giresun Avrupa’da bir ilk; siz karşı çıksanız da bu yollardan eminim konfor içinde gidiyorsunuz ve bir gün herhâlde bir kadirşinaslıkla ’Allah bu yolları yapanlardan razı olsun’ da dersiniz, ümit ederiz. Siz belki demeseniz de eminim, diğer partilere oy veren İstanbullu hemşehrilerimiz Marmaray’dan her geçişte, bize o vermeseler bile, mutlaka bir hayır duası ediyorlardır. Bir gün onların oylarını da alırız. Buradan bütün seçmenlere, hangi partiye oy vermiş olursa olsun, bize oy vermeyenlere de özellikle sesleniyorum, hukukunuz, şerefimizdir. Hiç kimsenin hukukunun çiğnenmesine izin vermeyiz. Bize oy verebilirsiniz, vermeyebilirsiniz ama biliniz ki sizin hukukunuz bizim şerefimizdir” açıklamasında bulundu.

“KILIÇDAROĞLU’NUN İÇİ ŞENLENSİN”

Konuşmasında istatistiki bilgiler veren Başbakan Davutoğlu, “Yoğun bakım yatağı bütün Türkiye’de 869’du biz iktidara geldiğimizde, sadece 869, 3 haneli. Şimdi 12 bin 489 yoğun bakım yatağına sahip hastanelerimiz, 5 hane. Bazı illere gidildiğinde, MR cihazının olmadığı, imkânların hiç bulunmadığı illere… Şimdi gururla ifade ediyorum. Dışişleri Bakanı olarak birçok şeyle gurur duymuştum ama en çok da Somali’de bir çölün ortasında yaralanan bir TİKA mensubunu birkaç saat içinde helikopterle merkeze, oradan da ambulans uçağımızla Ankara’ya getirip ameliyata almamız. İşte dedim, büyük devlet bu. Millet bu büyük devleti hissediyor, dünya bu büyük devletin ayak seslerini hissediyor. Biz yüreğimizde bunu yaşatıyoruz. Organize sanayi bölgesi sayısı 65’ti biz iktidara geldiğimizde, şimdi 166. Sayın Kılıçdaroğlu AR-GE’ye çok önem verdiklerini, bunun için çaba sarf etmek gerektiğini söyledi. Bir rakam söyleyeyim de içi şenlensin. Biz iktidara geldiğimizde toplam teknoloji geliştirme bölgesi sadece 2’ydi, şimdi 63. Elektrik enerjisi 31 bin 846 megavattı, şimdi 73 bin 148 megavat. Sayın Kılıçdaroğlu’nun ben bir hususiyetini daha fark ettim, istatistikler aralığı çok fazla. ‘78-80 milyon’ dedi nüfusumuzla ilgili. ‘Enerji bağımlılığı konusunda da, yüzde 50’lerden, Rusya’ya bağımlılığı kastediyorum, yüzde 60’lara, 70’lere, 80’lere çıkabilir’ Bunun tek bir rakamı yok mu Allah aşkına? Yüzde kaçtan kaça çıkacaksa söyleyelim, bu kadar geniş aralıkla konuşulmaz ki. Enerji santralleri… Yüz yılda 300 santral yapılmıştı, bizden önce. 13 yılda biz bin 181 santral yaptık. Doğrudan yabancı yatırım… 1984-2002 arası, yani 28 yılda 19,8 milyar geldi Türkiye’ye. 2003-2015’te ise 12 yılda 165 milyar doğrudan yabancı yatırım geldi, 10 mislinden fazla. 2014 yılında, ‘Türkiye ekonomisi nereye gidiyor?’ diye soranlara cevaben söylüyorum, 12,8 milyar dolar doğrudan yabancı yatırım gelmişti, 2015 yılında 16,6 milyar. Hem bir taraftan seçimle uğraştık, bütün illerimizi dolaştım, 81 vilayeti dolaştım 7 Haziranda, ondan sonra 1 Kasımda da bir tur daha attık bazı vilayetlerimizde, bu arada da dünyaya Türkiye’yi anlattık. 1 Kasımdan sonra bir taraftan terörle mücadele ediyoruz, bir taraftan dünyayı dolaşarak yabancı yatırımcı çekmeye çalışıyoruz. Çünkü biz biliyoruz ki bu ülkede tek boyutlu düşünenler hiçbir şeye çözüm bulamazlar. Bizim zihnimiz, gönlümüz her an meşgul olacak. Müteahhitlerin yurt dışında aldıkları müteahhitlik hizmetleri… 1974-2002 yılında, 28 yılda 46 milyar; 2002-2015 yıllarında, 13 yılda 273 milyar, bizim dönemde. İhracat 36 milyardan 143,9 milyara; bütün bu etrafımızdaki ülkelerin çökmesine ve ihracat pazarlarımızın daralmasına rağmen ihracat ‘volume’, hacim anlamında yüzde 1,4 arttı geçen sene. İnşallah kısa zamanda da toparlayacağız. Dış ticaret açığı 2014’te yüzde 25,2 oranında düştü. Cari açık ki en temel meselemiz, 32,2 milyar dolara geriledi ve yüzde 26,1 oranında düştü. Millî gelire oranı da yüzde 5,8’den yüzde 4,4’e düştü. 2002’de biz bu ülkeyi düşük orta gelir ülkesi olarak almıştık, şimdi üst orta gelir ülkesi oldu, inşallah yakında üst gelir grubuna da sokacağız. Satın alma gücü, millî gelir oranlarında en önemli faktörlerden biri. Bizim satın alma gücü paritesine göre kişi başına düşen millî gelirimiz Avrupa Birliği ortalamasının yüzde 35’iydi biz iş başına geldiğimizde, şimdi yüzde 53. Dolayısıyla, biz ülke ekonomisini bir uçurumdan, bir kuyudan aldık, aydınlık bir yola, aydınlık bir ortama taşıdık, taşımaya da devam edeceğiz. Şimdi, yine bazı rakamlarla ekonomik boyutu bu anlamda bağlamak istiyorum. İktidarlarımız döneminde asgari ücreti yüzde 606,1 artırdık ve 1 Ocak 2016 tarihinden itibaren net bin 300 liraya çıkardık. Böylece, asgari ücreti 2002’den bu yana yüzde 126,3 oranında reel olarak artırdık. En düşük memur maaşını, aile yardımı ödeneği de dâhil, yüzde 503,5 artırarak 2 bin 365 liraya çıkardık. En düşük memur maaşlarında da böylece reel artış yüzde 93,5. Emeklilerimize ilk yılında 75 lira ila 100 lira arasında seyyanen zam yapmıştık, geçen sene de 2015 yılı Temmuz ayında SSK ve BAĞ-KUR emeklilerimizden bin liranın altında aylık alanlara 100 lira, bin liranın üstünde alanlara da bin 100 lirayı geçmeyecek şekilde 100 lira verdik. Ayrıca, 2016 yılında, 1 Kasımdan önce söz verdiğimiz şekilde, hepsine tekrar seyyanen 100 lira zam yaptık. Ancak, bunlar yetmez, biz halkımıza en müreffeh şartları sağlamayı boynumuzun borcu biliriz” dedi.

“BİZİM İKTİDAR OLDUĞUMUZ DÖNEMLERDE DEMOKRASİMİZ HİÇBİR ZAMAN AÇIK VERMEDİ”

AK Parti iktidarı döneminde demokrasinin hiçbir zaman açık vermediğinin altını çisen Başbakan Davutoğlu, “Demokrasi bizim en büyük gücümüzdür. Belki ekonomik krizlerle, zor şartlarla karşılaşabiliriz ama aşarız; cari açığı kapatabiliriz ama demokrasi açığını kapatamayız. Arkadaşlar, bizim iktidar olduğumuz dönemlerde demokrasimiz hiçbir zaman açık vermedi, açık vermeyecek. Demokrasimizin belki de 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerinden sonra, 28 Şubat postmodern darbesinden sonra gördüğü en büyük tehdit, 20 Temmuz 2015’te yani 7 Haziran sonrasında Türkiye’de bir boşluk doğdu, hükûmet boşluğu. ‘Tek parti hükûmeti yok’ düşüncesiyle aynı anda 3 barbar terör örgütünün düğmeye basmasıyla başlayan dönemdir, en büyük tehditlerden biri. 20 Temmuzda Suruç’ta canlarımızı alan DEAŞ saldırısı yapıldı, aynı gün PKK Adıyaman’da 1 askerimizi şehit etti. 21 Temmuz, DHKP-C İstanbul’da silahlarla sokağa çıkmaya cüret etti. 22 Temmuz, hani şimdi Cizre’de devleti suçlayanlar var ya, onlara dönüp, bir şey söylemeyip bize saldıran ana muhalefet partisi var ya, o günlerde hepsi yeni bir ayaklanma çağrısı yapan PKK’ya karşı suspustular. İşte, şimdi, çok konuşan ve sanki bu olaylarda hiç payı yokmuş gibi olan HDP’lilere sesleniyorum; sizin eş başkanlarınız ile bütün partileri dolaşırken size de gelip 15 Temmuzda oturup konuştuğumuzda söylemiştim, ‘bakın, ne yapmak istediğinizi görüyoruz, ateşle oynamayın, bu milletin sabrını taşırmayın’ diye konuşmuştuk. Ben orada o görüşmeyi yaparken Kandil’den isyan çağrıları geldi, ‘silahlanın’ çağrıları geldi. 20 Temmuz – 23 Temmuz arası Ceylanpınar’da 2 polisimiz haince, kalleşçe, alçakça enselerinden şehit edildiğinde herhâlde susmamızı bekliyorlardı. Biz 23 Temmuz günü alınması gereken kararı aldık. Mademki bu ülkeye meydan okunmuştur, meydan okuyan kim olursa olsun, bulundukları inlerde cezalandırmak bizim boynumuzun borcudur. Demokrasinin esası meşruiyettir, meşruiyetin makamı da yüce Meclistir. Hem Mecliste olacaksınız hem de Cizre’de, Sur’da, o aldatılmış masum çocukların cesetleri üzerinde bir piyonca, bir başka ülkenin piyonları şeklinde bir rol üstlenen terör baronlarının sözcülüğünü yapacaksınız. Bu olmaz. Herkes yerini, yurdunu, konumunu tespit etmek durumunda ve o günden bu güne şöyle dediler, hatırlayacaksınız, bizi tanımadıkları için, kendileri gibi olduğunu zannettikleri için, ‘bu yeni bir seçimi kazanmak için yapılan bir manevradır, bir taktiktir’ diye düşündüler kendilerince ve ‘1 Kasımdan sonra bu durur, onun için yapıldı’ dediler, savaş kışkırtıcılığı… İşte gördünüz, 1 Kasımdan sonra da 2 Kasım günü halkından yüzde 50 destek almış, Kürt vatandaşlarımızın desteğini de almış bir Başbakan olarak aynı talimatı verdim, ‘23 Temmuzdaki talimatımız geçerlidir bütün güvenlik birimlerimize, bu ülkenin dağları, ırmakları, vadileri, şehirleri, kasabaları, sokakları temizleninceye kadar bu mücadeleye devam edeceksiniz’ dedim. Bakınız, dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir demokratik ülke kendi sınırları içinde bırakın bir ilçeyi, bir sokağı, bir evin içinde dahi gayrimeşru bir silaha izin vermez. 2013’te çözüm süreci ki Cumhurbaşkanımız Başbakan olarak onurla başlatmıştı, ‘baldıran zehri içmeye hazırım’ demişti, ‘Bütün asimilasyon veya eski retçi politikaları reddederek yola çıktık’ demişti, biz de aynı şeyleri söylüyoruz. Kim bu ülkenin tek bir insanına yan gözle bakarsa, ‘sen Türk’sün, sen Kürt’sün, sen Sünni’sin, sen Alevi’sin’ derse o yan gözü oyarız. Hiç kimseyi bir diğerinden ayıt etmeyiz. Ama 2013 Nevruz’unda ‘biz silahları bırakacağız, bütün Türkiye’den silahlı unsurlar çekilecek’ dedikten sonra 2015’te silahlanma çağrısı yapmanızın gerekçesi nedir? Kim size bu talimatı verdi? Hangi güçlerin, piyonların bir parçası oldunuz? Sonunda söyleyecektim ama şimdi söyleyeyim, biz bu coğrafyayı dedelerimizden geçici bir şekilde emanet almadık, kıyamete kadar emanet aldık. Ve eğer demokratik ortamda bir şey söyleyeceksiniz bu kürsüde her şey ifade ediliyor. 15 sene önce kapalı bir odada sessizce kendi kendinize söylemekten bile çekindiğiniz şeyleri bu kürsüde açık yüreklilikle söyleyebiliyorsunuz. Kim getirdi bu ülkeye bu demokrasiyi? Biz getirdik. Sonuna kadar da koruyacağız, burada bu kürsünün dokunulmazlığını sonuna kadar koruyacağız. Herkes fikrini söyleyecek, hiçbir sınır olmayacak. Ama 29 canımızı alan bir haine, o can bedenleri… Ben gittim, hem GATA’da hem Kocatepe’de o ailelerin ellerinden tuttum. Türkiye’nin her köşesindendiler; kimisi Sünni, kimisi Alevi, kimisi Türk, kimisi Kürt. O bedenleri parçalayan bir caninin taziye ziyaretine gitmek nedir biliyor musunuz? Bütün insanlığı katleden birini kutsamaktır. Biz buna sessiz kalır mıyız? Peki buna ana muhalefet partisi sessiz kalacak mı? Sayın Kılıçdaroğlu bizi eleştiriyor. İşte söylüyorum, evet patlama olduğu andan itibaren yaptığımız her açıklamayı baştan sona okuyun, parça parça okuyup bağlamından koparmayın bu yakışmaz. Ama patlama akşam 6’da olmuşsa ertesi gün 12’de, benim 11’de Genelkurmay Başkanına verdiğim bütün istihbari bilgiler doğrudur. Türkiye’ye ‘Salih Neccar’ ismiyle girmiş olan ve parmak izi belli olan şahıs, aynı şahıstır. Ama şunu soruyorum Sayın Kılıçdaroğlu’na, bu hikâyeyi burada anlatırken niye PKK’yı PYD’den ayırt ettiniz, ‘başka bir terör örgütü’ dediniz? Niye dönüp Türkiye’ye bu caniyi sokan ve gidip de orada YPG militanlarıyla birlikte yetişmiş bu caninin karşısında ‘YPG de, PKK da aynıdır’ deme cesaretini göstermiyorsunuz? Bakın, terör örgütü dahi sahiplenmedi bu cinayeti, ‘TAK’ diye bir başka alt örgüte verdi, HDP’nin meşru siyasetçi olması gereken milletvekili gitti sahiplendi. Bunlar hepimiz ders olmalıdır. Teröre karşı tek vücut olmadıkça bu ülkenin hukukunu koruyamayız. DEAŞ terörünü PKK teröründen, YPG terörünü diğerinden ayırt ederek bu ülkede insanımızın hukukunu koruyamayız” diye konuştu.

“KOMİSYONUN İKİNCİ TOPLANTISINDA CHP ÇARKETTİ”

“Demokrasimizi taçlandırmamızın bir diğer yolu da yeni bir anayasayı birlikte yazmamızdır” açıklamasında bulunan Başbakan Davutoğlu, seçimlerden sonra hem terörle mücadele ettiklerini hem ekonomik reformları, gerçekleştirdiklerini, vaatleri yerine getirdiklerini ve anayasa sürecini başlattıklarını kaydederek, “Değerli genel başkanları ziyaret ettiğimde ümitlenmiştim. Bu sefer herhâlde bu işi olacak dedim, çünkü Sayın Bahçeli ve Sayın Kılıçdaroğlu ‘evet, 12 Eylül anayasasına biz de karşıyız, gereğini birlikte yapalım’ dediler. Sayın Kılıçdaroğlu ‘darbe hukukunu da tümden temizleyelim’ dedi. ‘Buyurun’ dedik, hazırız fakat daha ikinci toplantısında komisyonun CHP hemen çark etti. Gerçekten alışkanlıklar değişmiyor, CHP’yi değiştirmek çok zor, kalıplaşmış, illa ve mutlaka darbe anayasasına öyle veya böyle sahip çıkacak dolaylı olarak. Şimdi tekrar çağrıda bulunuyorum; hiç birbirimize sınır koymayalım, siz istediğinizi söyleyin bizim arkadaşlarımız istediklerini söylesinler; özgürlükçü, katılımcı, güçler ayrılığı prensibine dayanan, insan hak ve özgürlüklerine saygılı yepyeni bir anayasayı beraber yazalım. Diğer partilere teşekkür ediyorum, CHP’ye ayak uydurmadılar, ayak oyununa gelmediler ve komisyonun devamı için beyanda bulundular. Meclis Başkanımız, zannediyorum tekrar bir çağrıda bulanacağı kanaatini bize serdetmişti. Ümit ederim ki bu çağrıya herkes cevap verir, bir araya geliriz, siz ‘parlamenter sistem’ dersiniz, biz ‘başkanlık sistemi’ deriz, özgürce tartışırız ama sansürle bu iş olmaz. Siz ‘başkanlığı burada tartıştırmayız’ derseniz bir sansürcü zihniyettir. Biz parlamenter sistemi tartışmayız diyor muyuz? Gelin her şeyi tartışalım, yeter ki öyle bir anayasa yazalım ki gelecek nesiller 26. Dönem milletvekillerini hayırla yâd etsinler. Biz buna hazırız. Darbe hukukunu temizlemek anlamında ise bu çok daha kolay, biz bunun gereğini yaptık, yapıyoruz. 2007 yılında bin 85, 2010 yılında darbe döneminden kalan 17 genelgeyi iptal ettik. Şimdi de gerekli taramaları yaptık, 457 adet kanun ile 35 adet kanun hükmünde kararnameyi taradık. Anayasa gibi değil; 330 gerektirmiyor, çok daha kolay. Gelin, iki ayrı komisyon kuralım, anayasa yoluna devam ederken darbe hukukunu da tümüyle temizleyelim bu ülkeden. Öyle temizleyelim ki kimse bir daha ‘darbe’ kelimesini bile telaffuz etmeye cesaret bulamasın. Ama tabii bir ümitleniyorum, sonra Sayın Kılıçdaroğlu buraya geliyor, Mısır’daki darbeyi neredeyse savunurcasına ‘Türkiye ile Mısır arasında ne problem var ki ilişkiler bozuluyor?’ diyor. Biz Mısır’da demokrasiyi savunduk, Mısır halkının iradesini savunduk, biz Mısır’da aslında 27 Mayısta asılan Adnan Menderes’i savunduk. Çünkü biliyoruz ki demokrasi ancak çevre ülkelerdeki demokrasilerle birlikte yeşerir” şeklinde konuştu.

“TÜRKİYE YALNIZ KALMADI, KALMAZ

Türkiye’nin dış politikalarına yönelik yapılan eleştirilere de cevap veren Davutoğlu, “Üç temel prensibimizi, Dışişleri Bakanlığım döneminde de, şimdi de, Cumhurbaşkanımızın bütün Başbakanlık döneminde de dış politikada hâkim olan üç referansımızı zikretmek isterim. Birincisi, çok boyutlu dış politika, hiç terk etmedik. Objektif şeyler söyleyeceğim; öyle subjektif şeylerle değil, sadece zirveleri vereceğim. Ekim 2015’ten gelecek sene Ekim 2016’ya kadar olan zirveler; Ekim 2015’te Dünya Göç Zirvesi İstanbul’da yapıldı. Kasım 2015’te G-20 Zirvesi Antalya’da yapıldı. Avrupa Birliği-Türkiye Zirvesi, 14 yıldan sonra ilk defa toplanan zirve Kasım 2015’te Brüksel’de yapıldı. Mart 2016’da, inşallah 7 Martta Türkiye-Avrupa Birliği Zirvesi’ni tekrar yapacağız. Nisan 2016’da İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi İstanbul’da yapılacak. Mayıs 2016’da insanlık tarihinin ilk Dünya İnsani Zirvesi İstanbul’da yapılacak, Ekim 2016’da Dünya Enerji Zirvesi İstanbul’da yapılacak; Botanik EXPO 2016’ya da ev sahipliği yapacağız. Botanikten göçe, insani zirveden Avrupa Birliğine, ekonomiye, her şey Türkiye’de konuşuluyor. Her yere biz ulaşıyoruz. Bu açıdan bakıldığında, hani bir yalnızlık iddiası alıp gidiyor. Ben durmuyorum, Cumhurbaşkanımız durmuyor davetlere yetişmekten ya da birilerini ağırlamaktan. Bu nasıl yalnızlık anlamadık? Türkiye yalnız kalmadı, kalmaz ama birileri kendilerini millet nezdinde yalnızlığa mahkûm ediyorlar. Dünyada 252 temsilciliğimiz var ve dünya 6’ncısıyız, 5 daimî üyeden sonra biz geliyoruz artık. Afrika’da 12 büyükelçiliğimiz vardı, şimdi 29 büyükelçiliğimiz var. Bunların detayları herkesçe malum. İkinci boyut; İnsani ve vicdani boyut, değer boyutu. Bakın, beni çok duygulandıran iki hatırayı nakledeceğim ki bu Meclisin taşıdığı önem, bu ülkenin taşıdığı önem bir kez daha… 7 Hazirandan sonra, birkaç gün özellikle Bosna’dan, özellikle Somali’den, özellikle Filistin’den, özellikle Suriyelilerden, değişik liderlerden mesajlar geldi. Bazıları ağlayarak telefonda şunu söylediler, ‘daha önce başımız sıkışırsa bizi kollayacak olan, aç kalırsak bize kucak açacak olan, kimyasal silahlardan kaçarken sığınacağımız bir Türkiye var diyorduk, şimdi bizim hâlimiz ne olacak?’ dediler. 1 Kasım günü aynı insanlar, hemen hemen dünyanın değişik bölgelerinde, aynı gönül coğrafyasında, bir Suriyeli ilim adamının deyişiyle söylüyorum, ‘Türk kardeşlerimiz oylarını elleriyle sandıkta kullandı, biz avuçlarımızı Rabb’imize açıp öyle oy kullandık’ dediler. Yurt dışındaki Araplar, Türkmenler, Somalililer, Kürtler hepsi bizim soydaşımız, hepsi bizim tarihdaşımız, hepsi bizim kardaşımız, beşeriyet kardaşımız. Artık Türkiye Cumhuriyeti devleti sadece belli sınırlar içinde olan bir ulus devlet niteliğinin çok ötesine taşınmıştır. Al bayrağı gözü gördüğünde kendi bayrağı gibi ona yakarıp onu öpen Somalililer varken, o bayrağın altına sığınmak için kilometrelerce yolu aşıp ‘bir an önce kendimi Türkiye’ye atayım’ diyen Suriyeliler varken, Gazze’ye gittiğimde, o bayrağı bombalar altında bağrına basıp ‘bu benim bayrağım’ diyen Gazzeliler varken bu kale düşmez, bu bayrak inmez. Dünya böyle ama Sayın Kılıçdaroğlu beş senedir aynı şeyi söylüyor, ‘Durup dururken Suriye’yle niye düşman olduk?’ diyor. Sanki durup dururken, Sayın Kılıçdaroğlu, Suriye’de 400 bin insan öldü, 6 milyon mülteci oldu, 12 milyon insan aç biilaç, Halep’ten eser kalmadı, hâlâ siz tekrar tekrar ‘durup dururken’ diyorsunuz. Saatiniz bir yerde durmuş ama tarihin saati durmuyor, akıyor, biz bu akışı takip edeceğiz. Üçüncüsü; gönül coğrafyamızda etkimizi, insani diplomasiyle birlikte etkimizi artıracağız. Birçoğumuz Çanakkale destanını biliriz de Kut’ül Amare’yi unutmuşuzdur; 29 Nisan 2016, Kut’ül Amare’nin 100’üncü yıl dönümü. Kut’ül Amare, Bağdat’ın güneyinde, şimdi, ‘Kut vilayeti’ denilen yerde işgalcilere karşı Orta Doğu halklarının tümünün, Türklerin, Kürtlerin, Arapların, Hristiyanların, Yezidilerin topluca işgalcilere karşı kazandığı son zaferdir ve orada omuz omuza bu toprakların onurunu korudu bu ecdat. Aynı günlerde, Sykes-Picot haritası çizildi bir yerlerde ve şehirlerimiz parçalanarak, bölünerek bağrımıza hançerler saplandı. Bütün bu gönül coğrafyası tarih boyunca iki grup gördü; birleştirenler ve parçalayanlar. Alparslan birleştirdi, Selahaddin birleştirdi, Sultan Selim, İdrisi Bitlisi birleştirdi, Çanakkale birleştirdi, Kut’ül Amare birleştirdi. Parçalayanlar mı? Moğollar parçaladı, Haçlılar parçaladı, sömürgeciler parçaladı, şimdi de sömürgecilerin piyonları tekrar parçalamak istiyorlar. Biz de diyoruz ki, işte bu yüce Türkiye Büyük Millet Meclisinin çatısı altında, İstiklal Savaşı’nı verirken mazlum milletlerin son ordusu olarak verenlerin torunları olarak söylüyoruz, Kim, Sykes-Picot’nun parçaladığı o haritaları daha küçük parçalara bölerek kardeşi kardeşten ayırt etmek, Diyarbakır’ı Bursa’dan ayırt etmek, Hakkâri’yi Edirne’den koparmak isterse 78 milyon olarak her birimiz son nefesine kadar onlara ‘dur’ deriz, modern Moğollara, modern Haçlılara, yeni sömürgecilere izin vermeyiz. Herkes safını belirlemelidir. Bu ülkenin çocuklarını barikatların arkasında ölüme mahkûm edenler Kandil’den değil, Türkiye’ye düşman birtakım başkentlerden talimat alanlar… Kandil sadece bir üstür, istasyondur, talimatlar başka yerden gelir, Kandil birilerine iletir, onlar yapar. Onlara karşı, bilinsin ki biz bölmek isteyenlere inat, birleştireceğiz; biz, nefret dili geliştirmek isteyenlere inat, muhabbet dili söyleyeceğiz. Yunus Emre’nin güzel Türkçesiyle, Fakiye Teyran’ın güzel Kürtçesiyle, ‘sevda’ diyeceğiz, ‘aşk’ diyeceğiz, ‘muhabbet’ diyeceğiz, ‘birlik’ diyeceğiz, ‘kardeşlik’ diyeceğiz, ‘kıyamete kadar kardeşlik’ diyeceğiz” ifadelerini kullandı.


27.02.2016 11:40:00